Büyük Sırrın Arkeolojik Keşfi: Nuh Tufanı ve Kömürhan Boğazı

tufan

Klasik anlamı ile Mezopotamya olarak adlandırılan bölge Fırat ve Dicle’nin getirdiği alüvyonlu topraklardan oluşan geniş düzlüklerden oluşur. Bu düzlüklerin büyük bir kısmı, -hemen hemen Bağdat’ın güneyinde kalan kesimi- Neolitik Çağ’ın başlarında, Buzul Çağı’nın bitip günümüz iklim koşullarının oluşmaya yüz tuttuğu İÖ 10000 yıllarına kadar halen Basra Körfezi’nin bir parçasıydı. Okyanus seviyelerinin sabitlenmesi ile bu iki büyük akarsuyun getirdiği dolgular delta oluşturmaya başladı ve delta zaman içinde ilerleyerek İÖ 3. binyıllarda bugünkü Basra’nın olduğu yere kadar geldi. Dolayısı ile Gılgamış Destanı’nda tanımlanan coğrafya bu ardışık deltaların bulunduğu akarsular ve kolları ile akaçlanmış çok sayıda delta gölünün bulunduğu düzlüklerdi.
Bu iki büyük akarsu Mezopotamya düzlüklerine gelmeden önce çok farklı ortamları, iklim kuşaklarını aşar. Doğu Anadolu’nun dağlık kesimlerinden, ortalama yüksekliği bin metreyi aşan dağ arası ovalardan ve bu dağları yaran, esasında fay kırıklarının açtığı derin boğazlardan geçerek güneydeki düzlüklere iner. Bu bakımdan güneyde Mezopotamya bölgesinde gerek Fırat ve Dicle’nin su rejimi, gerekse bunların getirdiği molozun miktarı, Mezopotamya’nın çok dışında, uzaklarda, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da meydana gelen olaylara bağlıdır.

 

 

Cüneyt Oğuztüzün

 

Örneğin Doğu Anadolu’da çok sert geçen bir kış, yağış buz ve kar olarak tutulduğu için, bu olaydan hiç haberi olmayan Mezopotamya’da suların alçalmasına neden olur ya da iklimin ani ısınması güçlü sel ve taşkınlara yol açar. Güney Mezopotamya’daki su ile bağlantılı olayların anahtarı Doğu Anadolu’dur. Bu kadar geniş bir coğrafyadan su toplayan her nehir için yıllık ya da birkaç yılda bir gerçekleşen seller, taşkınlar sıradan olaylardır. İnsanlar buna daima hazırlıklıdır. Tufan gibi büyük boyutlu bir selin olabilmesi için ise bu iki büyük akarsudan en azından birinin su topladığı bölgede çok önemli bir doğa olayının yaşanmış olması gerekir.
Doğu Anadolu 1968 yıllarında Keban Barajı Kurtarma Kazıları’nın başlamasına kadar arkeolojik bakımdan hemen hemen hiç araştırılmamış bir bölge idi. Araştırılmadığı için hiçbir bilgi, dolayısı ile ilginin olmadığı bir yerdi. Keban kazıları Elazığ ve Tunceli çevresinde, Fırat boyu ve özellikle Fırat’a açılan Heringet Suyu’nun geçtiği Altınova’da yoğunlaşmıştı. Çalışmalar Toros Dağları’nın kuzeyindeki bir dağ arası ovası olan bu bölgede İÖ 3. binyıldan itibaren hızlı bir alüvyon birikimi olduğunu ve dolayısı ile daha eski katmanların bugünkü ova seviyesinin çok altında kaldığını göstermişti. Örneğin Elazığ Tepecik Höyüğü’nde Neolitik dönem katmanları ova seviyesinin 8 metre kadar altında, Tülintepe Höyüğü’nde İlk Kalkolitik Çağ dolguları taban suyunun içinde bulunabilmişti. Yine de bu ilk bulgular Bingöl’den Basra’ya kadar uzanan Fırat’ı bir bütün olarak ele alacak bir bakış açısını, değerlendirmeyi tetikleyememişti.

Bu bağlamda ilk somut ve tanımlı veriler 1978 yılında başlayan ve yine Fırat üzerindeki, Malatya Ovası’nı basan Karakaya Baraj Göl Alanı’ndaki kurtarma kazılarından geldi. Malatya Ovası’nın Fırat üzerinde çok önemli bir konumu vardır. Fırat’ın iki ana kolu Karasu ve Murat suları dağ arası ovalardan geçip Malatya’ya geldikten sonra Kömürhan Boğazı olarak bilinen, 100 kilometreyi aşan uzunluğunda, yer yer derinliği bin metreyi bulan boğaza girer. Burası bir huni ağzındaki dar bir boğaz niteliğindedir. Bugün üzerinde Karakaya Barajı’nın yer aldığı bu boğaz Toros Dağları’nı geçen, Doğu Anadolu’yu Güneydoğu Anadolu’dan ayıran tektonik kökenli bir fay yarığıdır. Depremsellik etkinliği çok yüksektir.


Karakaya Baraj Göl Alanı’nda İÖ 4000 yıllarına, Obeyd dönemi olarak da bilinen Kalkolitik döneme inen Değirmentepe kazıları çok kalın ve şiddetli bir selin ilk izlerini vermişti. Bu sel yalnızca diğer sellerde olduğu gibi alüvyonlu, mil ve kilden oluşan toprakları değil, kalınlığı iki metreyi bulan çakılları da Obeyd tabakasının üzerine yığmıştı. Sele ait izler bölgedeki diğer höyüklerin üzerinde de açık olarak izlenebiliyordu. Jeomorfologlar bu kadar etkin ve şiddetli bir selin ancak Kömürhan Boğazı‘nın şu ya da bu şekilde tıkanması ile oluşabileceğini öngörüyorlardı. Nitekim bu dar boğaz her zaman şiddetli bir depremin etkisi ile oluşacak geçici bir baraj gibi tıkanma potansiyeline sahipti. İS 16. yüzyılda yaşanan bir depremin anlatımında boğazın düşen kayalar ile tıkandığı ve Fırat’ın bir hafta boyunca ters aktıktan sonra tekrar bu doğal barajı yıkıp yoluna devam ettiğinden söz edilir. Benzer bir olayı İÖ 4. binyıla da taşıyabiliriz. Boğazın bir süre tıkanması, arkasında baraj gölü gibi Fırat’ın göllenmesi, biriken onlarca metre yüksekliğindeki suyun birden güneye, Mezopotamya düzlüklerine bir barajın yıkıldığı zamanki etkiyi yapacak şekilde boşalması… Bu görüşü kanıtlayan izler 1999 yılında Urfa bölgesinde başlayan kazılarda da görüldü.
Yine Fırat üzerinde yapılan Birecik ve Karkamış baraj göl alanlarındaki höyük kesitlerinde yapılan değerlendirmeler İÖ 4. binyıl ile 2. binyıl arasında en az üç büyük selin varlığını gösteriyordu. Bunların hiçbiri sıradan yıllık taşkınlar ile açıklanamayacak kadar yüksek seviyelerden geçen şiddetli sellerdi. En şiddetli olanı ise İÖ 4. bin ile 3. binyıl başları arasına denk gelen özellikle Birecik Zeytinli Bahçe Höyüğü kesitinde görülen sel tabakasıydı. Bu dolgu zaman olarak Malatya Ovası’nda, örneğin Değirmentepe’de izlenen büyük sel ile çağdaş olduğu gibi; bundan çok daha uzaklarda, güneyde, Basra yakınlarına kadar inen alanlardaki seli de açıklıyor. Büyük bir olasılıkla Mezopotamya uygarlıklarının hafızasına kazınan ve Gılgamış Destanı ile anlatılan, daha sonra da Ebla metinleri ile diğer inanç sistemlerine aktarılan ‘Büyük Tufan’ herhalde arkeolojik kanıtlarını gördüğümüz bu selden kaynaklanmıştı.
Bütün bu arkeolojik çalışmalar farklı ortamlardan geçen, en kurak dönemlerde bile çok büyük bir su kütlesini taşıyan Fırat’ın yaklaşık birkaç yüzyılda bir meydana gelen büyük depremlerin de etkisi ile sık sık tufan denebilecek selleri yapabildiğini göstermiştir. Kuşkusuz burada temel etken depremin şiddeti ve özellikle Kömürhan Boğazı’nda doğal bir baraj oluşturabileceği noktada olmasıdır. Arkeolojik kayıtlar ilk yerleşimlerin olduğu dönemden itibaren Fırat’ın en azından bin yılda iki kere böyle bir sel oluşturduğunun ipuçlarını veriyor. Elimizdeki ana öykü ilk yazılı belgelerin çıktığı dönemden kalmadır. Bundan da eski selleri biliyoruz. Belki bunların hepsi birleşti, kent uygarlıkları ve ona bağlı zenginliğin odağı haline gelen Mezopotamya’nın belleğine kazındı. Çiviyazılı tabletlere bu korkunun birleşimi, Mezopotamya Tanrılarının onlara verdiği bir ceza şeklinde yansıdı

 

PROF. DR. MEHMET ÖZDOĞAN, İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ, PREHİSTORYA ANABİLİM DALI BAŞKANI

Nisan 2006 / Sayı 157

ATLAS DERGİSİ

 

yazının tamamı : http://old.kesfetmekicinbak.com/arkeoloji/03844/

 

 

Kısa adres:

Yazar - 08 Şubat 2015. Kategori Izollu Haberler, Izollu Tarihi. Bu yazıya yazılan yazıları RSS üzerinden takip edebilirsiniz RSS 2.0. Yorum yazabilir veya geri izlemede bulunabilirsiniz.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir